ANNESİNİN KIYMETLİSİ
ANNESİNİN KIYMETLİSİ
(Bir annenin evladından daha kıymetli neyi vardır?
Anneler, öcüler ve daha korkunç şeyler hakkında uzun bir yazı)
Anneler, öcüler ve daha korkunç şeyler hakkında uzun bir yazı)
Anne telefonu kapadı. Çocuk ortada yok. Nereye gitti? Yoksa onu kaçırdılar mı? Yoksa organ mafyası mı? Yoksa caddeye mi çıktı?
Korku anneyi bir anda ele geçirdi. Kalbi kanı o kadar hızlı pompalıyor ki, basınçtan tüm damarlarını hissediyor; farkında değil ama yanakları kıpkırmızı oldu, basınç ter bezlerini harekete geçirdi ve alnı nemlenmeye başladı.
Çocuk bir kaydırağın arkasından emekleye emekleye çıkınca annenin kalp ritmi şaşırtıcı bir hızla düzene girdi. Alnındaki terler kurudu, kalbi rutin faaliyetine geri döndü.
Anne neden bu kadar korktu?
İlla ki birisi bir gün okur. Yani elbette, şu anda da birçokları okuyacak ama onlar dostlar zaten, dosttan zarar gelmez. Benim demek istediğim “birisi” başka birisi. İlla bir gün yavşağın biri okur bu yazıyı. Şimdi olmasa da, bir ay sonra, bir yıl sonra; artık kimse okumaz dediğim bir anda; hatta bu yazıyı yazdığımı bile unuttuğum bir zamanda, mesela 2023 yılında.
Evet illa bir densiz çıkar ve bu yazıdaki bazı cümleleri aleyhimde kullanır. “Başsoy şöyle dedi, böyle dedi” diye çevresine duyurabilir.
Neler yapmaz ki? Örneğin, “Başsoy aynı metin içinde ‘örneğin’ ve ‘mesela’ sözcüklerini birlikte kullanıyor” diyebilir mesela. Hatta sözcük kelimesini ve kelime sözcüğünü de bir arada kullanıyor olmam, aşağılanmam için yeter artar bile. Daha kim bilir kaç imla kuralını bilerek veya bilmeyerek ihlal ediyorum?
Yine de bu konuda korkmuyorum, çünkü yalnız değilim ve kalabalıkta korkmak zordur. Hele biri imla hatalarımla beni vurmaya kalksın, ben de o kişinin eski kitaplarını açarım. Tahsin Yücel’in bile imla hatası vardır ve bir, sadece bir hata buldum mu, karşı taraf etkisiz hale geliverir. Hatasız metin olmaz, hatamla sev beni. Özetle imla hataları için korkmama pek gerek yok. Orhan Pamuk kadar “arzu nesnesi” olmadığıma göre, buradan saldırı yemem kolay kolay.
Ben geceleri korkarım. Tek başına yatınca korkarım. Evde hiç kimse yoksa korkarım. Öte yandan evde minik bir köpek bile olsa, korku aklıma gelmez. Sanki o köpek gelip beni korktuklarımdan koruyacak. Bir köpek neden korkularımızı unutturur?
Sizden korkmamamın nedeni "okurlarım" diye tanımlı bir küme içinde olmanız. Siz benim evdeki minik köpeğimsiniz, bu nedenle sizden korkmuyorum. Ben evin içinde dolaşır, kitap okur, yazı yazarken, siz hep sağımda solumdasınız; yakınımda bir yerde, olanca sevginizle, olanca kardeşliğinizle. Bu nedenle sizden korkmam mümkün değil. Aksine varlığınız bu yabani dünyada rahatlamamın nadir nedenlerinden biri.
“İyi de neden korkarsın?” diye soruyorsunuz değil mi? Bir ay, bir yıl veya yüz yıl sonra başıma bela olacak cümleyi yazmanın zamanı geldi: Öcüden korkarım ben. İyi saatlerde olsunlardan, gulyabaniden, karabasandan, cinden...
Bu yazıyı hariçten okuyan kem gözlerin sahipleri: metnin bu kısmını kopyalayıp yapıştırın. Şimdi iki tuşunuzun arasındayım, Twitter’a yazın beni, Facebook'un yorumlar bölümünde küfrü basın, bir magazin muhabiriyseniz manşete taşıyın, korkaklığımı itiraf ettiğimi düşünüyorsunuz, bunun tadını çıkartın: Yazın üç sutun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Ateş İlyas öcülerden korkmaya devam ediyor hala.
Ruhunu yumurta etmiş bir soytarı bu itirafları okuyunca yayınlamaktan çekinmez haliyle. İtiraflarımı ifşaata girişirken beni bir “öcü gibi” korkutacağını düşünür. Bu düşünce ona keyif verir, “send” tuşuna basarken parktaki çocuklar kadar şendir.
O halde bir kademe daha dibe inmenin zamanı geldi. Yalnız uyarmak isterim, yazının bundan sonraki kısmı "sevdi dolu yürekleri" yorabilir, ferahlatmaya çalıştığınız "içinizi" sıkabilir.
Beni korkutan şey öcü değildir aslında. Öcü ile ilgili de olsa, bir varlık olarak öcüden kaynaklanmaz korkum.
Bir öcüyü karşıma getirin, yapabileceği en korkunç şey nedir? Beni yemek... Oysa hayvanat bahçesindeki aslan da beni yiyebilir ve güçlü kafesler ardında olduğu sürece kimse korkmaz ondan. Çocukların en sevdiği oyuncaklardan biridir aslanlar. Bir insana, bir öcünün yaptığının aynısını yapacak aslandan, panterden, timsahtan neden korkmayız? Çünkü cici kentlerimizde yaşadığımız sürece onlar tarafından ısırılmayacağımız hakkında net bir bilgi sahibiyiz.
Netlik korkuları savar. Netlik huzur verir. Huzur İslam’da olabilir. Çünkü İslam tüm dinler gibi full HD, pırıl pırıl bir netlik ortamı. Onda her şey “yazılı”, o halde şüpheye, telaşa ve korkuya gerek yok.
Net ne kadar rahatlatıcıya, bulanık o kadar korkunç.
Ben öcünün eyleminden değil, eylem anının belirsizliğinden korkarım. Devlet bu nedenle bir öcü kadar korkunç. Bizi izliyor, dinliyor ve gerektiğinde hiç beklemediğimiz bir anda ortaya çıkıp üstümüze çullanıyor. Meşhur kitaptan sonra hapse atılan sadece Ahmet Şık ve Nedim Şener zannediyorsanız, bir monitöre cezaevi penceresi gibi bakmamışsınızdır hiç. Devlet korkutur.
Karanlıkta her çıtırtı anlamlı hale gelir. Var mı, yok mu bilmemenin getirdiği tedirginlik korkunun nedenidir.
Evimizdeki bir alet bozulunca ya tamire götürüyoruz ya da yenisini alıyoruz. Hayatımızı alt üst eden korkularımızı yenmek için aklımıza da aynısını yapmalıyız. Onu tamir etmeli veya değiştirmeliyiz. Düşündükçe daha çok şüphe duyacağız, şüphe duydukça daha çok korkacağız. Sonuçta ya teslim olacağız ya da korkak.
Aklımız bize “bilmediklerimizi” sıralıyor. Ne sayıların sonuncusunu biliyoruz, ne uzayın başlangıcını. Ne küçüklüğün, ne de büyüklüğün sınırları hakkında bir fikrimiz var. Hayatımız boyunca kaçtığımız ve sonra bir netlik öğretisine sığınıp rahatlamaya çalıştığımız korkunç öcüler.
Yarın ne olacağımızı bilememek, kendimizle ilgili bir şeyleri biliyor sanrısına kapılsak bile, çevremizin akıbetini görememek... Sevdiğimiz, tanıdığımız hiç kimsenin çakılı olmaması hayata, her geçen gün daha fazla cenazeye gitmek.
Eylemlerimiz bize felçli olduğumuzu mu anımsatıyor? Akıl sadece başımızı mı ağrıtıyor?
İç rahatlatıcı tüm vaazların aksine, hiçbir şey bizim başarımız değil, hiçbir duruma biz karar vermedik. Ne vücudumuz, ne yaşadığımız tarih, ne bizi doğuran anne baba, ne arkadaşlarımız, ne de alyuvarlarımız bizim irademizle belirleniyor. Suratımızdaki emin ve budala ifadenin nedeni rota üzerinde giden güvenli bir tekne olduğumuza inanmak. Oysa derin suda bir zerre, yaşlı okyanusun içinde bir avuç deniziz.
Ey öcü, senden korkmuyorum. Karşıma çıksan severim bile seni. Ben sadece senin, zaman ve mekan içinde kayboluşundan, iradenin beni gafil avlamasından korkuyorum.
Karanlıktan, insanlardan ve devletten korkmamın tek nedeni bu.
Yazdığım her yazı, birilerinin beni vuracağı mermi olabilir. Söylediğim her söz kötülerin elinde bir gün beni sırtımdan bıçaklayabilir. Tırnaklarını nereye batıracağını kendi belirleyen her alıntıcı, harflerimle adam asmaca oynayabilir.
Hiç tahmin etmediğim anda gelebilecek öyle çok darbe var ki: Bir doktorun, elindeki raporları okuduktan sonra bana bir an endişeyle bakması, o bakışla karşılaşmak... Gecenin bir saatinde her nedense sahiden acı acı çalan bir telefonu duymak... Karşı şeritteki kamyonun fren balatalarının aniden bozulması... Toprak ananın beşiğini sallamaya karar vermesi...
Tüm bu korkular yetmezmiş gibi, bir de itiraflarımı paylaşmanın korkusu. Sözlerimin bir gün karnıma yumruklar indirebileceği korkusu.
Parktaki anne çocuğuna koşuyor ve ona bütün gücüyle sarılıyor. Çocuk, annesinin onu çok sevdiğini anlayacak kadar büyük, bu sevginin sebebini anlamayacak kadar küçük.
Çünkü sen “o”sun, küçük yaramaz. Sen annenin bir parçasısın. Annen seni bu nedenle böyle tutkuyla seviyor.
Ne mutlu annene ki, seni izler, besler, büyütürken, senden daha fazla sevdiği bir varlığı hep görmezden gelecek. O sen değilsin diye sakın kıskanma çocuğum: Annenin en kıymetlisi annenin kendisi.
Hayatı boyunca herkesten, her şeyden, hatta senden çok “onu”, yani “kendini” koruyacak. Sen bir parça olarak kıymetlisin, oysa “varlığı” annenin bütünü. Telefona dalıp kısacık bir süre kaybetse kendini, senin kayboluşundan bin misli büyük panikle bulmaya çalışacak.
Çünkü dünyanın tüm öcüleri bize “kendimizi korumamızı”, “kendimize sahip çıkmamızı” emrediyor. Aksi halde yerler bizi, manşetlere, hapse veya cehenneme atarlar.
En kıymetlimiz kendimiz. En büyük korkumuz onu kaybetmek.
Emir büyük yerden. Egomuzun hem mahkumu, hem de gardiyanı olmak zorundayız.
Varoluşun en korkunç yanı bu olmasın sakın?
(PsikeArt)
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder